DIE KUNST DER FUGE

(FÜG SANATI)

J. S. BACH

Org ve Klavsen

CD-XTRA formatında analizler, yazılar,
MIDI dosyaları ile tam sürüm

 ESER HAKKINDA

 “Füg Sanatı” öğrencilik yıllarımdan bu yana sürekli olarak ilgimi çekmiştir. Bu çekiciliğin önemli bir nedeni, yapıtın olağanüstü “organik” bütünlüğüdür. Bu bütünlük, tek bir temadan kaynaklanan, toplam 72 dakika süren, füg sanatının tüm unsurlarına değinen ondokuz adet başyapıtın biraraya gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yapıt ile Bach, yalnızca kendi dehasının zirvesine ulaşmakla kalmayıp, tüm müzik tarihinin zirvelerinden bir tanesine imza atmıştır.


Yapıtın gerçekleşme süreci ilginç bir yol izlemiştir.. Genel anlamıyla füg sanatı Bach'ın olgun çağlarında artık “demode” bir stil olarak görülmekte ve genç besteciler arasında ilgi görmemektedir. Artık moda, basit melodik çizgilerden oluşan “modern” stile yönelmektedir. Bu dönemde Bach'ı böyle bir yapıt gerçekleştirmeye yönelten unsurların başında, kanımca en önde, bir tür “müzikal vasiyetname” bırakma dürtüsü gelmektedir. Bu yapıt kimse tarafından sipariş edilmemiş ve hiçbir “dünyevi” amaca yönelik değildir. Bugün bile, Bach'ın en az seslendirilen eserleri arasında (gururla) yer almaktadır! Oysa, yorumcu için getirdiği olanakları, öğretim alanında içerdiği aydınlatıcı bilgileri ve bestecilik öğrenimi açılarından birinci sırayı hak etmektedir. “Füg Sanatı” nın içinde bulunduğu bu (acıklı) durumun nedenlerinden bazılarının Bach ve döneminin bestecilik anlayışı ile çağımızdaki bestecilik anlayışı arasındaki farklardan kaynaklandığını sanıyorum. Bach döneminde beste, yorum ve müzik eğitmenliği tümüyle iç içe geçmiş unsurlar idi. Müzik bestelemek, çalmak öğretmek ve öğrenmek tek bir işin değişik aşamalarıydı ve bugünkü anlamda bir “spesiyalizasyon” yoktu. Bunun sonucu olarak bir başyapıtın (Bach'ın “Füg Sanatı”, “Tam Tampere Edilmiş Klavye”si ve daha birçok eserleri gibi), Bach'ın yayınlanmış eserlerinin önsözlerinde bizzat belirttiği şekilde “müzik sanatını öğrenmek isteyenlere” ve “bu sanatta ustalaşmak isteyenlere” ithafen yazılmış olması gayet doğal karşılanmalıdır.


“Müzik Dersi Kitap”larının, sonradan elde edilmiş yapma kurallardan değil, aslında bestelerden oluşması gerektiği ne yazık ki daha sonraları unutulmuş bir gerçektir. Yapıtın dört ayrı dizek üzerine yazılmış olması ve bölümlerin “Füg” değil “Contrapunctus” olarak adlandırılması, Bach'ın diğer eserlerine göre, bunun “eğitsel” yönünün biraz daha ağır bastığını gösterebilir..

Ancak ne kadar “eğitsel” olarak düşünülse de, eğitsellik, Bach için, örnek olarak gösterilebilecek en iyi besteler ile gerçekleşebilir. “Füg Sanatı”nın hangi çalgı için tasarlandığının belirtilmemesi durumuna gelince, bu ancak yüzeysel bir önem taşımaktadır.



Tüm parçalar, hiç bir değişiklik gerektirmeden iki el ve tek klavye ile çalınabilmektedir. Zaten geleneksel füg kuralları sesler arasındaki aralıkları az yada çok ellerin açılımına göre ayarlamaktadır.. Bunun yanısıra, “Füg Sanatı” için çalgı (yada sesler belirlemek) tıpkı bir klasik jazz parçasını yorumlamaya benzemektedir: yorumcunun alması gereken kararlardan biridir ve yorumcunun yapıt hakkındaki genel kavramının (Gestalt) üstündeki giysi gibidir.


Bu yapıtın sanki çok özel bir durummuş gibi göze çarpan bir diğer özelliği ise, bölümlerin diziliminin kesin olarak belirtilmemiş olmasıdır.Buna iki neden görüyorum. Birincisi, yapıt Bach'ın ölümünden sonra yayınlamış olması ve varislerinin (Bach'ın oğulları ve bir damadı), ortaya çıkan bu bitmemiş yapıt hakkında ne yapacaklarını tam olarak bilememiş olmalarındandır .. zaten artık “demode” bir stilde bestelenmişti ve herhalde babalarına duydukları saygıdan dolayı bu yapıtı yayınlamaya karar vermişlerdir. Dağınık bir şekilde topladıkları parçaları bir araya getirmişlerdir. İkinci neden ise, bugünkü anlamıyla bir dizi eserin dizilim sırasının, Bach çağında o kadar önemsenmemesindedir.


Bilinmelidir ki, “Tam Tampere Edilmiş Klavye” olsun ve hatta “Partita”lar ve “Süit”ler bile pratik seslendirme koşullarına bağlı olarak istendiği şekilde kısaltılıp uzatılabilmekte, parçaların dizilişi değiştirilebilmekteydi.. tıpkı günümüzün Jazz yorumları gibi..


Bu CD'deki yorumda, “ayna” fügler kısmındaki Contrapunctus XVII'nin 2 klavye için birer serbest ses ilavesiyle yazılmış düzenlemeleri (Contrapunctus XVII ve “Alio Modo”) yer almamaktadır. Bu parçaların özgün haliyle dizinin birer parçası olduğu (Spitta ve Schweitzer ile paylaştığım görüşe göre) kesin değildir. Bu yorumda izlediğim dizilim, füglerin dört ana bölüme ayrılması ve her bölüm arasında bir kanonun yer almasıdır, bu kanonlar da, fügler gibi, sadeden karmaşığa doğru bir çizgi izlemektedir. Fügler org'da, kanonlar ise klavsen'de seslendirilmiştir.


Özgün el-yazması kayıp olan eseri dağınık birkaç baskıdan günümüze ulaştıranlar arasında Carl Czerny'de bulunmaktadır.


GERÇEKLEŞTİRİM HAKKINDA:

Kullanılan çalgılar : McGill Universitesinin yayınladığı ses örnekleri Cd’lerinden elde

edilmiştir.


ORG : Alman Barok org ilkelerine göre, Rudolf von Beckerath tarafından inşa edilmiş, 1961'de tamamlanmış, Montreal'de, “Eglise de Immaculee-Conception” da bulunan bir çalgıdır. Üç klavyeden (manual) ve bir pedallıktan oluşur. Manualler : “Hauptwerk” (yada

“Büyük Org”), “Rückpositif”, (yada “positive”), ve “Brustwerk”, (yada “recitative”). Manuallerin ve pedallerin sayıları yedi - onbir arası değişen registerleri vardır.


Klavsen ise Hubbard tarafından 1979'da yapılmıştır. Çift klavyeli fransız tipi bir klavsendir.

Her iki çalgının tüm ses örneklerini toplayarak, stüdyomda “Audio Compositor” adlı programda, çalınabilir enstrümanlar haline getirdim.


Bu ses örneklerini, Gulbransen KS20 Midi Adaptörü monte edilmiş olan Yamaha C1 piyanomda çaldım. Org bölümlerinde farklı “register” leri tekrar kayıt yöntemleri (overdubbing) ile ayrı ayrı izlere (tracks) kayıt ettim. Bunları birleştirerek (mixing) çeşitli “register”lar (ses bileşimleri) oluşturdum.


Son halini almış kayıtlar, Sound Forge “Acoustic Mirror” programı kullanılarak bir akustik ortama yerleştirildiler. Bu ortam için : Eastman Org Resital Salonunu seçtim ve sanal ses alıcılarını sahneden 12 metreye yerleştirdim.

Mehmet Okonşar, Ankara 2000